Üzerimize dogru gelen bir seye gözlerimizi kapatmamiz onun gelmesini nasil durdurmazsa, ölüm yokmus gibi yasamamiz da ölümün bize gelmesini engellemez. Öyle veya böyle ölüm gerçegiyle hepimiz bir gün yüzlesecegiz.
Küçük yaslardayken yasli amcalarin konusmalarini dinlerdik. Yasadiklari hayattan bir sey anlamadiklarini, her seyin bir rüya gibi geçip gittigini söylerlerdi. Kitaplarda da benzer seyleri okurduk. Hayatin çok çabuk geçtigi, çocukluk gençlik derken ihtiyarligin gelip çattigi ve ölüm gerçegiyle yüzlesildigi anlatilirdi. Simdi yasimiz elliye yaklasti. Süphesiz bu yaziyi okuyanlar içinde yasi bizden fazla olanlar da vardir. Geçmis yillarimi gözümün önüne getirdigimde, bir zamanlar dinledigim, okudugum seyleri simdi derinden hissettigini görüyorum. Bunca yilin nasil geçtigini anlayamiyorum. Ömrümün geçmis yillari sanki bir rüzgârdi, esti geçti. Sanirim sizler de ayni seyleri hissediyorsunuzdur. Insan birkaç saniye süren rüyasinda anlatmakla bitiremeyecegi seyler görür. Hayat da tipki bunun gibidir iste. Yasadigimiz onca seyi anlatmaya kalksak vakitler yetmez ama tipki rüyalarimiz gibi her sey bir hayal gibi geride kalmistir. Insan böyle hissettiginde, kalan ömrünün de ayni sekilde geçip gidecegini anlamasi zor olmuyor. Bizden önceki insanlar geçmis günleri için neler hissedip vefat etmislerse bizler de ayni duygulari hissederek ömür sermayemizi tüketiyoruz. Mezarliklar bizim gibi ömür sürmüs milyonlarca insanla dolu. Ayette belirtildigi üzere: “Her insan ölümü tadacaktir.” (Âl-i Imrân, 185). Tadiyor. Eger yasadigimiz su hayat Allah katinda çok önemli olsaydi, herhalde onu geçici kilmaz, hayati ahiretin köprüsü yapmaz, cennet ile cehennemi yaratmazdi. Bu hayat ebedi hayata göre daha kiymetli olsaydi, onu en çok hak eden insan hiç süphesiz ki Efendimiz s.a.v. olurdu. O’na bile ebedi kilinmayan dünya baska kim için ölümsüzlük yurdu olabilir? Ayette belirtildigi gibi: “Senden önce hiçbir insani ölümsüz kilmadik, sen ölürsün de onlar baki kalir mi?” (Enbiyâ, 34)
Içimizden biri hepimizin acisini tadacak
Aksam evinizde bir arada çaylarinizi yudumlarken aile fertlerinize bir bir bakin. Aranizdaki gönül bagini, onlara olan sevginizi, geçirdiginiz mutlu ve hüzünlü günleri, onlara dair planlarinizi düsünün. Ondan sonra da akliniza su ölümsüz gerçegi getirin: “Burada oturanlardan biri diger herkesin ölüm acisini tadacak.” Evet, aile fertlerinden biri diger herkesin ölüm acisini degisik zamanlarda yasayacak ve sevdiklerini birer birer kaybedecek, ahirete yolcu edecek. Sonra gün gelecek, o da sevdigi birinin kalbine ölüm acisini kondurarak dünyayi terk edecek. Fani dünya hayati bu sekilde ahirete dek sürüp gidecek. Oysa ölümü kendisine hep uzak tutar. Ölümün kendisi kadar gerçek oldugunu, ebedi yasamin verildigi tek bir Allah’in kulu bulunmadigini bilmesine ragmen uzak tutar. Sanki baskalarinin yüzlesecegi bir gerçekmis gibi yasar. Cenaze merasimlerinde sahit oldugumuz gibi, önümüzdeki musallada uzanmis meyyit bile bizleri ölüm gerçegiyle karsi karsiya getirmez. Ibret almayiz. Cenaze merasimine katilan insanlarin konusmalarina kulak verdiginizde, cenazenin onlar için pek de bir sey ifade etmedigini, adeta bir görevi savmak için orada toplandiklarini, gündelik islerini konusmayi sürdürdüklerini görürüz.Gerçekten de ölümü kendimize o kadar uzak tutmaktayiz ki, su an yeryüzünde yasayan insanlardan bir tanesine ebedi yasam hakki verilecek dense, bunun biz oldugunu saniriz. Birkaç milyarda bir ihtimale umut baglariz, dünyanin bize kalacagini saniriz. Oysa “Hiç bir seyi yoktu, sabah beraberdik.” dedigimiz pek çok insani ahiret yolculuguna ugurlamis olan yine bizleriz. Bizim de yolda yürürken ayagimizin kaymasi, bir trafik kazasi, basimiza yukaridan bir sey düsmesi, bir kalp krizi sonunda aniden ölmeyecegimizi kim garanti edebilir? Ahirete yolcu ettiklerimizin yerinde hiç beklemedigimiz anda bizim olmayacagimizin bir güvencesi mi var? Elbette yok. Bu nedenle Veysel Karanî hazretleri insana ölümün ne kadar yakin oldugunu ifade etmek için; “Ölümü, yattiginda yastiginin altinda, kalktiginda da karsinda bil.” dermis. Ölümün her an insanin yani basinda oldugunu hatirlatirmis
Hayati degerli kilan kulluktur
Ibret almasak da, kendimizden uzak tutsak da ölecegimiz gerçegi degismiyor. Bu durumda, “geçici hayat karsisinda asil ve degerli olan nedir” diye çok basit bir soru sormak gerekir. Bu basit sorunun cevabi da çok basittir: Önemli olan, insanin kalbiyle yani inanciyla barisik bir hayat sürmesidir. Kendisi yani kul olabilmesidir. Inançlariyla çeliskili bir hayat sürmemesidir. Kisaca ölüme gerçekten inanmasidir. Ölümü kendimize uzak tutmamiz, ahiret sermayemizi artirmayisimizin en büyük sebebidir. Ölümü kendimize ne kadar uzak tutarsak, hazirligimiz da o derece az oluyor. Ölüm sonrasi hayatla ilgili hazirligin yetersiz olmasi imaninin yogunluguyla ilgili bir durumdur. Insan Allah’a yakinlik kazanir, Hz. Peygamber’in getirdigi dini gönlüne hükümran kilarsa bu yönde bir çaba içerisinde olur. Ancak Islâm’in güzellikleri ile Allah’in kullardan beklentileri gönle tam olarak yerlesmezse ahiret sermayesini artirma çabasi da o nispette az olur. Hz. Peygamber’i ve ondan sonra günümüze kadar gelmis geçmis olan ve Allah dostu olarak andigimiz insanlarin hayatini bir gözümüzün önüne getirelim. Allah sevgisi ve Rabb’e yönelme istiyaki onlari her zaman ölüme hazir tutmaktaydi. Bu nedenle de hayatlari tam bir istikamet üzere ve Allah’in rizasini her daim gözeten bir çizgide sürmekteydi. Onlar ölüme, Rabb’in huzuruna yürümeye her an hazirdilar.
Ne kadar haziriz?
Biz her an ölmeye hazir miyiz peki? Canimizin birden aliniverilmesi durumunda çikinimiz dolu mu? Kendi kendimize bunu sormamiz gerekir. Biz bu satirlari okurken Rabbimiz bizlere son nefesimizi verdirecek olsa, acaba onun huzuruna nasil variriz? Boynu bükük olarak mi, yoksa Yaratanimizi hosnut etmis olarak mi? Insan elbette kendisini hiçbir zaman olmus bir kul olarak göremez, ancak o yönde bir çaba içerisinde olup olmadigini bilir. En azindan Allah’in merhametine siginmaya yüzü olup olmadiginin farkindadir. Kalbinde bir titreme yoksa, farz ibadetlerini yerine getirmekte zorlaniyorsa, insanlarla olan iliskilerinde haram-helal çizgisine dikkat etmiyor ve sadece menfaatini öne çikariyorsa, tanidiklari onun ardindan hep olumsuz seyler söylüyorlarsa, bu insanin ölümle birdenbire yüzlesmeye hazir olmadigi açiktir. Bütün bu anlattiklarimizdan ortaya çikmaktadir ki, gerçek anlamda kulluk yapan, her an ölüme hazir olan insandir. Allah’a isyan aninda insanin ruhunu teslim etmesi, bir harami islerken dünyasini degismesinden daha kötü ne olabilir? Günah ve ardindan tevbe etmek elbette insan içindir. Ancak günah Allah Teâla’nin istedigi bir sey degildir. Bundan dolayidir ki Rabbimiz ve O’nun Sevgili Peygamberi günahlarin hemen pesinden tevbe edilmesini isterler. Bir an önce günahinin karattigi amel defterini temizlemesini arzularlar. Çünkü ecel her an onu yakalayabilir:
“Kim haksiz davranisindan sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse, süphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bagislayici ve esirgeyicidir.” (Mâide, 39)
“Kötülükleri isleyip dururken, ölüm kendisine geldigi zaman; ‘Simdi tevbe ettim.’ diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi makbul degildir. Iste onlara elem verici azap hazirlamisizdir.” (Nisa, 18)
Ölüm gerçegi hayata küsmeyi gerektirmez
Unutmamak gerekir ki, üzerimize dogru gelen bir seye gözlerimizi kapatmamiz onun gelmesini nasil durdurmazsa, ölüm yokmus gibi yasamamiz da ölümün bize gelmesini engellemez. Öyle veya böyle ölüm gerçegiyle hepimiz bir gün yüzlesecegiz. Bununla birlikte, ölüm gerçegini insanin kalbinde hissetmesinin anlami, dünyayi ihmal etmesi, el etek çekmesi, insanlardan uzaklasmasi, gülüp konusmamasi degildir. Rabbimiz, üzerinde ömür sürdügümüz bu dünyayi bizim yasamamiz ve mamur hale getirmemiz için yaratmistir. Içindeki nimetler bizim içindir. Bu nimetlere bizler O’na kulluk etmeyenlerden daha layikiz. Burada önemli olan, kullugu unutmadan, yaratilis gayesinden uzaklasmadan dünya nimetlerinden helal ölçüler çerçevesinde istifade etmek ve her seyi kulluga dönüstürebilmektir. Kullugu sadece namaz kilmak, oruç tutmak gibi aklimiza gelen ibadetlerle sinirlamamaktir. Biz iyi ve halis niyete sahip olduktan sonra hayatimizin her ani ibadete dönüsecektir. Ve bu durum bizi Rabbimize daha yakin kilacaktir. Böyle oldugumuzda ise ölümle yüzlesmeye hatta onunla kucaklasmaya daha hazir olacagiz demektir. Zira biz ölümü En Sevgili’ye kavusma ani olarak biliyoruz. Öyleyse insana düsen, bu kavusma anina yarasir bir hazirlikta olmasidir.
Bu Konu 406 defa Okundu
Bir cevap yazın