Yerin derinliklerinde gömülü, taşlaşmış olan bir cevher, hünerli eller tarafından çıkarılıp işlenmeyi bekler. “Nefs” denilen, “dipsiz kuyunun içindeki rûh” çırpınıp durmaktadır. Onda da gömülü bir cevher vardır ki bu, Allâh’ın insanlara hidâyet bahşettiği “Hâdî” esmâsıdır. Yükselip yükselip en zirvede ışıklarını saçan bir güneş gibi; Hâdî esmâsı da, takdir edilen bir vakitte gömülü kaldığı derinliklerden yükselip kalb semâlarını aydınlatır.
İşte o nasipli kullardan biri…
İsmi Carol, Amerikalı…
Hidâyeti için takdir edilen vakit, 90’lı yıllar. Hidâyete varış hikâyesini kendisinden dinleyelim:
Düşünmeye başladığım ilk zamanlardan bu yana Hristiyanlık beni hiç tatmin etmiyordu. Hele bu dinin İsa -aleyhisselâm-‘ın Allâh’ın oğlu olduğu şeklindeki akîdesini aslâ benimseyemedim.
İlkokul üçüncü sınıfta bir Yahûdi arkadaşım vardı. Dîni beni çok etkilemişti. Yaptığımız sohbetlerde “onun da, benim de ilâhımız olan Allâh’ın eşşiz kudreti” karşısında büyülenmiştim.
İlköğretim, lise ve üniversite boyunca Yahûdiliği araştırdım. Ve Yahûdilik dersleri almaya başladım. Bu dinin, Allâh hakkında inanmak istediğim şekline çok yakın olduğunu anladım ve nihayet Yahûdi olmaya karar verdim. Muhâfazakâr bir hahamla görüştüm. Fakat haham, beni bu teşebbüsümden alıkoymaya çalıştı. Ne kadar ısrar etsem de kabul etmedi. Çok üzülmüştüm.
Bir süre sonra başka bir Sinagog’da, başka bir hahamla konuşup Yahûdiliğe girmek istediğimi söyledim. Haham:
“-O kadar istiyorsan Yahûdiliğe geçebilirsin, ancak öteki Yahûdiler, seni aslâ bir Yahûdi olarak görmezler.” dedi.
Bu olanlardan sonra, yahudiliğe karşı tüm hevesim kırılmıştı.
Başka dinleri araştırmaya başladım. Sırasıyla Budizm’i ve Amerikan yerlilerinin maneviyâtını inceledim. Önceki arayışlarım gibi hiçbir yere varamıyordum. Ve sonunda içimdeki “müteâl ve kudreti sonsuz Allâh” inancıyla yetinmeye karar verdim.
Evlenmeye karar verdiğim insanla karşılaşana kadar, İslâm’ı bir din olarak araştırma ihtiyacı hissetmemiştim. Çünkü İslâm’ı, ortaçağda kalmış, hep kan döken, insanlara huzurdan çok savaş vaad eden bir din olarak duymuştum ve doğrusu hiç dikkatimi çekmemişti.
Müstakbel kocamla ilk tanıştığımda, onun müslüman olduğunu öğrenince şaşırıp kalmıştım. Kaba ve câhil olduklarını düşündüğüm için, espri yeteneğini, hayata dâir düşüncelerini ve derin bilgisini gördükçe hayrete düştüm. İslâm’la aramdaki buz dağları bu ilk tanışmayla biraz erimişti. Böylelikle bu dîni daha iyi tanımak için incelemem gerektiğine karar verdim.
Günler günleri, aylar ayları kovalıyor, araştırma yaptıkça İslâm’ın “hak din” olduğunu görüyordum. Ve İslâm’ın tevhid inancının, yıllardır içimde beslediğim Allâh inancıyla ne kadar yakın olduğunu fark edince, hayretler içinde kaldım.
Ve ilk vurgun yediğim an!
Hanımlarla toplandığımız dersimizde dinlediğim bir âyet âdeta beni başka âlemlere götürüp, oradan da kendime getirmişti.
Bakara Sûresi’ndeki bu âyet, yahûdilerin inek kurban etmelerinden dolayı ilâhî emri sorgulamalarıyla ilgiliydi. Âyet beni öylesine sarsmıştı ki, Allâh karşısında çok büyük bir mahcûbiyet hissetmiştim.
Dersin ortasında sesli sesli ağlamaya başladım. Bütün dinlediğim sözlerin ötesinde, Kur’ân yalnızca âhenkli okunuşuyla öyle büyük bir mûcizeydi ki, kararmış gönülleri bile kıskıvrak yakalıyor, câzibesiyle kendine çekiyordu.
Aynı akşam, uyumadan önce, Allâh’tan bana yardımcı olmasını isteyerek rastgele Kur’ân-ı Kerîm’i açtım. İlk karşıma çıkan âyeti sesli sesli okumaya başladım:
“Peygambere indirileni dinledikleri zaman, âşinâ oldukları hakîkatlerden duygulanarak gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Onlar “Ey Rabbimiz, îmân ettik.” derler. Sen de bizi hakka şahitlik eden mü’minlerle beraber yaz. Biz Rabbimiz’in bizi sâlihlerle beraber cennetine koymasına can atarken, Allâh’a ve hak olarak bize gelmiş olana niçin îmân etmeyelim. Bu sözlerinden dolayı Allâh onları altlarından ırmaklar akan cennetlerle mükâfatlandırdı.” (Mâide, 83-85)
Âdetâ nutkum tutulmuştu. Allâh, kelâmı Kur’ân ile benimle konuşmuştu. Allâh Teâlâ’nın beni İslâm’a çağıran son mesajı buydu işte.
Kısa bir süre sonra Kelime-i Şehâdet getirerek müslüman olmuştum. Rûhumun özgürlüğe kavuştuğunu hissediyordum.
Yahûdilerin beni içlerine kabul etmek istemeyişlerinin aksine, müslüman kardeşler “Allâhu Ekber, Elhamdülillâh, Ehlen ve Sehlen” diyerek beni sevinçle karşıladılar.
Onlarla beraber olmak ve ümmetin içinde bir fert olduğumu düşünmek, kalbimi ve rûhumu ısıtıyor. Beni hidâyete erdirdiğinden dolayı âlemlerin Rabbine nihâyetsiz hamd ü senâlar olsun…
Bir cevap yazın